19 Mayıs 2010 Çarşamba

yalıdakiler





Erguvaniler‘in yazarından Türkiye’yi sarsacak yeni bir kitap…
Siyaset sahnesinden, medya dünyasına yaşamımızın bütün önemli aktörlerinin, oligarşinin bağları… Sedat Simavi’den, Aydın Doğan’a; Tercüman gazetesinden, Taraf gazetesine yalı kardeşliğinin iç yüzü…

Tayfun Er yeni kitabında başarının çoğu zaman şans ya da çabayla değil, ilişkilerin gölgesinde elde edildiğini savunuyor. İlişkileri, boğazın iki yalısından yola çıkarak kuran ve tam bir mühendislik çalışması hazırlayan Er‘in yaptığı aslında bir durum tesbiti.

Erguvaniler kitabıyla büyük ilgi gören Tayfun Er‘in yeni çalışması Yalıdakiler; elinizden bırakamayacağınız, merakla okuyacağınız bir yatay tarih incelemesi…

“Boğaz içi’nde bir yalı, diğer bütün yalılardan ayrı ve tektir. Bu yalının sahiplerinin kimlikleri, ilişkileri, güçleri ve bağları da diğer yalı sahiplerinden farklıdır. .Ancak bu tek yalının sahiplerinin bazı özellikleri, başka diğer yalı sahipleriyle de ortak yönler taşıyorsa o zaman bir tek yalı sahibinden, cüzi miktardaki yalı sahibine de geçebiliriz. Çünkü bir yalı sahibinde bazı özellikler, diğer yalı sahiplerinde de vardır. Bu olgu diğer tüm yalı sahiplerinde de varsa, Boğaziçi’ndeki bütün yalı sahiplerini de bu ortak payda üzerinden anlayabiliriz.

Şimdiye kadar biz aslanların tarihini hep avcılar yazdı. Avcıların tarihini de yine avcılar yazdı. Bu kez de avcıların tarihini aslanlar yazsın istedim. Aslında, yalıdakilerin tarihi üzerinden “anlatılan senin hikayendir”… Sen, yani istisnasız her dinden/dilden/etnisitiden/mezhepten/cinsiyetten/ideolojiden/siyasi görüşten olup da yalıda ve köşkte, konakta olmayan, hakkını alamayan, ürettiği halde yönetemeyen olarak “sen“…”

Bilgi için:www.destekyayinlari.com

AKP Burjuvazisi ve Yalıdakiler!

Yalılar, Erguvaniler'in yazarı Tayfun Er'in son kitabı. Kitabın içinde geçen isimleri ve karmaşık ilişkiler ağını görünce, Türkiye'nin önde gelen kişilerinin aslında hep aynı muhit ve ailelerden geldiğini anlamak hiç de zor değil. Tayfun Er'in "Yalı kardeşliği" dediği bu durumla, Sedat Simavi'den, Aydın Doğan'a; Tercüman gazetesinden, Taraf gazetesine yalıların iç yüzü ortaya çıkarılıyor.

Başarının şans ya da çabayla değil, oligarşik ilişkilerin gölgesinde elde edildiğini savunan bu kitabı yazarıyla birlikte konuştuk.

- Para yatırmadan fabrika sahibi olmak, yalılardan geçerek güce ulaşmak... Bu ülkede her şey mümkün mü?

Kitapta anlattığım bir kişi, "babam çok akıllıydı, hiç para koymadan fabrika sahibi oldu" diyor. Bununla övünüyor. Bu işte bir gariplik, anormallik olduğundan habersiz olacak kadar saf birisi de değil. Bunu söyleyecek ve övünecek kadar pervasız yani. Marx, Kapital'de "ilkel birikimi sözde sırrı" diye ironik bir biçimde Kapitalizmin ortaya çıkması için ilkel birikimin, kapitalizm öncesi üretim ilişkilerinin dayandığı toprağın köylünün elinden çıkması yani köylülerin mülksüzleştirmesi sonucu ortaya çıktığını, meşhur çit çekme hadisesini de anlatarak söyler. Bizdeki duruma hiç benzemiyor elbette. Bizde esas olarak gaspetme ve sermaye transferi vardır. Fabrikalara dair şu anda aklıma gelen sayısal bir değer yok, ama toprakların el değiştirmesine dair bir sayı vereyim Ege Bölgesi için. Yaklaşık 16 milyon dönüm ekilen arazinin 3 milyon dönümü Rumlar'a aitti. Bu araziler kimlere ne oranda verildi? Adana'da, İzmir'de, Gemlik'te olan fabrikaların kime verildiğine dair komisyon kararları tek tek yayınlanmalıdır. Söke'de, Çukurova'da pamuk ekimine açılan toprakları kimler almıştır? Bunlar bilinmeden sermaye birikimi anlaşılamaz. Bu 20. yüzyıla dair olanıdır. Ben şu ana kadar Tanzimat'tan bu yana olanı yazmaya çalıştım. Yani 19. yüzyıla, bunu 1481'e kadar geriye götüreceğim. Kritik tarih 1481 çünkü. Bir kırılma yaşanıyor o tarihte. Fatih Sultan Mehmet ölüyor ve taht kavgasında kazanan şehzadeyi destekleyen o dönemin ezen sınıfları bugünü belirlemede çok etkili oluyor.

- Yalılara gelirsek...

Yalılar, gücün simgesi. Öncelikle de ekonomik güç. Ekonomik gücün varsa siyasi gücün de vardır. Tersi de doğrudur. İngilizcedeki 'power' sözcüğünün hem güç hem de iktidar anlamı taşıması tesadüf değil. Bu bir statünün de simgesi. Bir statün en pahalı mesken üzerinden de teşhiri ve tescili anlamına geliyor. Siz eğer yalınıza birisini, diyelim bir siyasiyi davet ediyorsanız talebinizin karşılanma ihtimali çok daha fazladır. 'Elbise yürütür, para konuşturur' denir ya yalı da gücüm var demektir. Bir gücün de sergilenmesi aynı zamanda yalıda oturmak. Eskiden zengin tipolojisi, purolu göbekli bir adam olarak karikatürize edilirdi. Bu bizim çocukluk dönemlerimizde sığ bir bakışımızdır. Oysa artık gerçekten en basit kavramıyla zenginler kimlerdir bunu tarihsel olarak anlamak ve anlamlandırmak gerekiyor. Bir sosyalistin ezen sınıfların kimler olduğunu göstermeye çalışması bir görevdir benim için.

- Vefat ilanlarını biriktirmenizdeki amaç neydi? Nasıl ilginizi çekti bu ilanlar?

Bir dönem biriktirmiştim, ama sıkıcı bir şey ve bana uygun olmadığı için bıraktım. Anı ve biyografi kitapları en önemli kaynaklarım. Yalıdakiler'de Osmanlı Sicillerini de çok kullandım. Her kitapçıda, sahafta, kütüphanede bulunan kaynaklar yani. Vefat ilanları sadece son dönemde bazı ilişkileri bulmak için çok tali bir kaynak benim için. Dikkatli okuyan herkesin ilgisini çeker bence vefat ilanları. Zengin birisinin ilanındaki akraba isimleri istatistik açıdan çok az insanın isimleridir. Bütün bunlar oligarşinin varlığını kanıtlamak için kullandığım bir argüman sadece. Onun dışında benim için hiçbir önemi yok. Marx "Pratikte insan, hakikati, yani kendi düşüncesinin gerçekliğini ve gücünü, kanıtlamalıdır." diyor.



- Bürokrasi, medya, üniversite, yargı mensupları, siyasiler, paşalar, prensesler. Bu kaotik ilişkiler yumağında aynı soydan gelenlerin yer değiştirmesi var. Kitapta bahsi geçen ve bugünün önemli sayılacak konumlarında bulunan kişilerde de bir soyluluk ispatı çabası hakim. Belli bir soydan gelmemek, ya da bunu ifşa etmemek iktidarlarını tehlikeye mi sokuyor?

Antik Yunan üzerine yazılan kitaplar iki tür oligarşi olduğunu söylerler. Timokrasi, yani paraya dayalı bir oligarşi ve aristokrasi, yani akrabalığa dayanan bir oligarşi. Bizde de oligarşi tam da bu kavramlara uyuyor. Yani paranın gücü ve/veya ilişkilerden doğan güçle gelen bir oligarşi var. Bu iki güç, her kapıyı açıyor. Hepimizin bildiği iki deyim durumu özetliyor "ensesi kalın" olmak ve/veya "dayısı olmak". Bu ikisinden birine sahip değilseniz işiniz çok zor. Hepimiz yani bu güce sahip olmayanların gündelik hayatımızda yaşadığı acı gerçek budur. Trafik polisine karşı tehdit olarak bu gücü kullanmaktan, iş ararken aslanın ağzından işi kapmakla işin kapınıza gelmesi gibi farklılıklar yaşanıyor. Bu, kapitalizmin, modernleşmenin doğasına da aykırı yani liyakatin asli unsur olmaması. Sizin, siz olarak bir "gücünüzün" olmaması.

- Satır aralarına sıkışan ama sizin durumlarından çok rahatsız olduğunuzu anladığımız bir grup var ki, o da bu yalılarda çalışan emekçiler. Bu insanlar için ne dersiniz?

Evlat gibi karşılıksız özveriyi, sevgiyi anlatan bir sözcük bu kölelere evlatlık diyerek ancak bu kadar kirletilebilir. Osmanlıda resmi statüleri köle olan bu insanlara, kölelik kâğıt üstünde yasaklandıktan sonra evlatlık diyorlar. Bu insanlık dışı, mide bulandıran esirliğin üzerini evlatlık gibi sözcükle de örtbas ediyorlar. Bu kızcağızları çok küçük yaşlarda yoksul ebeveynlerinden satın alıyorlar. Ama önce evin daha önce kendisi de bu yolla yalıya gelmiş kalfa kadın tarafından "sağlık muayenesi" yapılıyor. Eh "çürük" mal alırlarsa gün doğmadan gece yarısına kadar nasıl çalışır? Sonra bite karşı önlem olarak saçları sıfır numara olacak şekilde kazınıyor. Yetmez. Elbiseleri çıkarılıyor ve hemen yakılıyor. Beş-altı yaşında kızlara, saçsız başlarının görüntüsü cici beylerin ve cici hanımların göz estetiğini bozmasın diye, başörtüsü takılıyor. Çok büyük bir bankanın kılık kıyafet yönetmeliğine, başörtüsü sadece çaycı ve hademe kadınlar için serbesttir mealinde bir maddenin konmuş olması tesadüf müdür?

Saçsız başları örtülen bu küçük kızlar gizli gizli aylarca ağlıyorlarmış. Açıktan ağlamak da yasak çünkü. Antik Yunan'da doulos, Roma'da servus, Osmanlıda ise adları kadınlar için cariye, odalık, memluke, eme, gurre oluyor. 1940'larda ise modernleşme(!) sonucu evlatlık diyorlar.

Bu kızların sokağa çıkması yasak. Yalının içinde de nereye, nasıl gireceği ancak köleliği nispetinde kısıtlı olarak mümkün. Herkes yatmadan yatamıyorlar, kimse kalkmadan kalkmaları ve işe koyulmaları lazım. Öyle böyle işler değil bunlar. Örneğin, en hafif iş, her gün yalıdaki otuz-kırk adet gaz lambasını tek tek temizlemek, doldurmak, yerlerine asmak. Kazara bir şişeyi kırarlarsa yandılar. Dayaktan, ağır hakarete kadar artık cici beylerin ve cici hanımlarına keyfine, ruh hallerine göre cezalar var.

Sonuçta bunlar hukuki açıdan "özgür" insanlar diyebilirsiniz. Hukuki açıdan görüntü öyle, ama uygulamada evlatlıkların durumu daha bile ağır olabiliyor. Bunu abartmak için söylemiyorum. Osmanlıda kölelik üzerine yazılmış pek çok kaynağı incelediğim için biliyorum. Bunu Osmanlı, Cumhuriyet'ten daha ilerideydi gibi saçma sapan bir Osmanlıcı argüman olarak da söylemiyorum. Aksine Osmanlıcı olanların pek çok gerçeği tahrif ettiklerini ve Osmanlıyı bir insan hakları cenneti gibi sunma çabalarının da yalan yanlış olduğunu da bu vesileyle belirtmek istiyorum. Elbette Cumhuriyet, Osmanlıdan çok daha ilerici bir sistemdir, ama ne yazık ki uygulamada Osmanlıdan bile geri işleyişi olan bir pratikleri olmuştur.

16. Yüzyıldaki kölelik anılarını yazan Michael Heberer, günde sekiz saatten fazla çalıştırılmadıklarını, yemek saatlerinde bir saat istirahat etmediklerini söyler. Bu evlatlık kızların ne sekiz saati ne de istirahatı var. Heberer'in anlattığı koşullar kesinlikle bu kızların fiili durumunda daha iyi. Örneğin, Osmanlıda kölelere hane halkının yediğinden yemek yemesi ve giydiğinden giydirilmesi de bir kural. Bu kızcağızların evden çıkmak için tek "şansları" var: Efendilerin piknik yapmak için evden çıktıklarında eşya taşımak, sofra kurmak ve sofra toplatmak için bu insanları yanlarında götürmeleri. Ancak hepsi birden götürülmüyor. Evde kalanlar daha şanslı sanılabilir ne de olsa üç-beş saat dinlenme olanakları olacak. Evet bu doğru, işte bu şansı yaratmamak için de evde kalanlara "boşta kalmasın" diye pek çok iş yüklenip gidiliyor.

- 'Gümüş kaşıkla doğmak' denilebilecek bir artı-değer zenginliğinde AKP ve CHP burjuvazisinin paylaşım kavgasını nasıl yorumlarsınız?

Tam da sizin bu kullandığınız bir deyimi bir oligarşi mensubu kullanıyor ve kendisini anlatırken açıkça İngilizce olarak 'born with a silver spoon' diyor. Deyimin tamamı "ağzında gümüş kaşıkla doğmak"tır. Zenginliğe, refaha doğmak gibi de açıklanabilir, ama bu anlatım sadece parasal gücü anlatan bir çeviri olur. Oysa bu deyimin tarihsel arka planı var. Avrupa'da soylular için neden "mavi kanlı" deyimi kullanılırdı, çünkü deri renkleri mavimsi bir gri renginde olurdu. Bunun nedeni soyluların yakalandıkları "Argyria" hastalığıydı. Bu hastalık vücuda aşırı gümüş girmesiyle oluyor. Çünkü soylular küçük tabletler halinde gümüş yutuyorlar. Bunu başta veba olmak üzere çeşitli hastalıklardan korunmak için yapıyorlar. Yine bu nedenle, tabak, çatal, kaşıklar da gümüştendir. Argyria sadece "soylu" kesimde olmuyor elbette, gümüş madenlerindeki emekçiler de bu hastalığa yakalanıyorlar. AKP burjuvazisi epey güç kazandı. CHP burjuvazisi dayandığı "zinde güçler"den destek de alamıyor. Bu konuyu kitapta epey anlattığım için tekrar olmasın okuyanlar için. Gümüş tabletleri kim yutarsa yutsun "hapı" emekçilerin yuttuğu kesin.

- Ülkenin en güçlü baskı ve çıkar grupları TÜSİAD ve MÜSİAD da yalıdan yolu geçenler arasında. Ve MÜSİAD Başkanı Erol Yarar, "Asıl burjuva biziz" diyor. "Burjuva, ben burjuvayım" der mi?

Erol Yarar, çok yeni olarak Yeni Şafak'a verdiği mülakatta "Ben burjuva kelimesini hiç kullanmadım, kapitalist lafı bana küfür gibi geliyor" diyor. Komik tabii ki bu inkâr çabası. Dünyanın her yerinde kapitaliste kapitalist denir. Geçmişin, sınıfsız imtiyazsız kaynaşmış milletiz sözünü hatırlatıyor. Ne olduklarını gayet iyi biliyorlar. Sınıfsal duruma göre kültürel değişim çok daha geç değişir. Piyangodan para çıkan, hiç ıstakoz yemeyen ve tadını bilmeyen belli yaştan sonraki insan için bu alışkanlık olmayabilir. Ama elinde o parayı tutarsa onun çocuğunun damak zevki, yemek kültürü farklı olacaktır. İnsanlar neden piyangodan para çıkınca eşini boşar genellikle? Çünkü daha önceki seçimi büyük olasılıkla sınıfsal durumundan kaynaklanır. İstisnaları söylemiyorum elbette. Sınıf alt yapıya, kültür ise üst yapıya dair kavramlardır. Alt yapıdaki değişim er ya da geç üst yapıyı da değiştirir. Bu kişilerin iyiliği, kötülüğü meselesi değil sonuçta. Erol Yarar'ın şirketindeki dindar bir emekçiyle Erol Yarar'ın arasındaki uçurumu kimse kapatamaz. O dindar emekçi bizim kardeşimizdir, Erol Yarar'ın değil.



- Eğer bir konuda yeterince bilginiz yoksa dolayısıyla karar veremiyorsanız Demirel'e ve Nazlı Ilıcak'a bakın, onlar neyi savunuyorsa bilin ki karşıt görüş haklıdır" diyorsunuz. Ilıcak şimdilerde darbe karşıtı ve özgürlükçü. Bunu nasıl yorumlamalıyız?

Nazlı Ilıcak'ın 12 Eylül'e, daha önce de sıkıyönetime nasıl methiyeler düzdüğünü geçen ay yazmıştım. Sonuçta 19 Eylül 1980 tarihli Tercüman'da "Hürriyet halk için değil aydınlar için lüzumludu" diyen birisi. Yaptıkları, yazdıkları saymakla anlatmakla bitmez. 12 Eylül'ü de geçtim, Susurluk sonrası Susurlukçuları özellikle de İbrahim Şahin'i kahraman ilan eden birisidir kendisi. Susurluk hakkında Kasım 1996'dan Ocak 1998'e kadar 55 yazı yazıyor ve savunuyor. Bir-iki değil 55 tane Susurluk avukatı olarak yazısı var. Sadece İbrahim Şahin mi, Haluk Kırcı ve Mehmet Ağar için de neler yazdı... O zaman iktidar Tansu Çiller'di, Ağar'dı vesaire. Yani iktidar ne derse Ilıcak da onu diyor. 2009'da darbe karşıtı olmak da, özgürlükçü olmak da yani böyle söylemek, görünmek de para getiren işlerdir. Biz bunları "ateşi ve ihaneti" gördüğümüz dönemlerden tanırız. Önce yedi hamamda yedi tas su dökünsünler.

-Kitapta, "Siz yani gazete patronları, kalemini ezenden yana kullananlar; oligarşinin mutlak hakimiyeti için, kendi tanımladığınız basın kurallarını istediğiniz anda istediğiniz gibi çiğneyerek, ezilenlere karşı en derin güçlerle bile tarihsel oluşturdunuz" diyorsunuz. Son dönemde sıkça tartışılan 'tasfiye listesi' açısından nasıl değerlendirilir bu durum?

Kenan Evren'e methiyeler düzen Bekir Coşkun'un, Mamak Cezaevi'ni beş yıldızlı her şey dahil bedava tatil köyü gibi anlatan Emin Çölaşan gibilerinin kabarık servetlerine bir şey olmaz. Kenan Evren'e gidip anlatsınlar dertlerini. Aydın Doğan, öyle bir liste yok demiş zaten. Patronları yok diyorsa ben ne diyeyim... Yeni ezenler, eski ezenlerin borazancıbaşılarını da ezerler. Mevcut çatışmaların dünden bugüne ezilenlerin yararına değil, ezenlerin kendi iç kavgası olarak görülmesi gerektiği ve emekten yana olanların bu çatışmalarda taraf olmaması gerektiğini yazmaya çalışıyorum. Oligarşinin iç kavgasında, biz dışarda olanlar için sonuç değişmiyor.

- "Türkiye'de sermaye birikimi düşük olduğu için burjuvazi iktidarı alacak güce ulaşamamıştır. En büyük zengin bile rejimle çok ters gelirse bir gecede servetini kaybedebilir" diyorsunuz. Doğan Grubu'na kesilen rekor vergi cezası bu gruba mı girer?

Tabii ki, tam da söylemek istediğimi doğrulayan bir şeydir bu örnek. Geçmişin en büyükleri medyaya doğrudan neden girmemişlerdir? İşte bu yüzden. Aydın Doğan'ın çizgisini bir yerden sonra değiştirmesi mümkün değildir. Çünkü onu yaratan dinamikler ne tamamen bitmiş durumda ne de AKP'nin has burjuvazisi olabilme şansı var. AKP'nin dayandığı dinamikler, AKP burjuvazisi Aydın Doğan'ı istemez. Onlar kendi Aydın Doğan'larını çıkarıyor. Aydın Doğan kaç senelik isim daha. Bundan sonra da başka isimler medya hegemonyası kurar. Burada amaç sistemi değiştirmek değil ki, sistemi ele geçirmek kavgası bu. Kıvılcımlı der ya Turhallı, hepsi bir hallı...

Röportajın tamamı Yeni Harman'ın Ekim sayısında...



Tayfun Er kimdir?

Tayfun Er, 1962 yılında Balıkesir-Gönen'de doğdu. İlkokulu Bandırma Vecihibey İlkokulu'nda, ortaokul ve liseyi İzmir Karataş Lisesi'nde okudu. İzmir Dokuz Eylül Üniversitesi'nde lisans (İnşaat Mühendisliği) ve yüksek lisans (Deniz Yapıları) eğitimi gördü. 12 Eylül 1980 öncesi Devrimci-Yol'u destekledi.

Eserleri: Erguvaniler, Yalıdakiler.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder